Sevmek ve sevilmek kulağa çok hoş geliyor değil mi? Ne kadar da isteriz sevmeyi ve sevilmeyi. Bazılarımız bizi seveni severiz. Hatta kişiden ziyade sevme şekline aşık oluruz. “Onun beni sevmesini sevdim” deriz. Bazılarımız ne olursa olsun sever. Sevilmese bile sevmekten vazgeçemez.
Peki sevmek ve sevilmek aslında esaret midir?
Sevdiklerimizi tek edememek , onlar uğruna kendimizden vazgeçmek özgürlüğümüzü kısıtlar mı?
Aileniz için, çocuğunuz için özgürlüklerimizden vazgeçmek zorunda kalmak bir nevi esaret değil midir?
Tek başınalığımız belki de bizi mutlu eden tek şeydir. Kimseye bağımlı olmamak, istediğin zaman istediğin yere gitmek, hesapsız-kitapsız ve başkalarının sorumluluğu ile yaşamamak, sadece kendinden sorumlu olmak kulağa çok hoş gelse de bir çoğumuz böyle bir hayatı “yalnız kalma korkumuz” yüzünden elimizin tersi ile iteriz. Bir çoğumuzun çevresi böyle hayaller kurmamıza bile engel olur. Kadın ya da erkek hepimizin ailesi bu hayalimiz karşısında dehşete düşer. Ailelerin tek hayali ise yetişkin çocuklarının başını hayırlı bir kısmet ile bağlamaktır.
Onlar da kendince haklıdır çünkü onlar da bu hayalden uzak yetiştirilmişlerdir. Bu zihin yapısında mutlu ve huzurlu bir hayat için gerekli olan tek şey, hayırlı bir kısmet ile bir aile kurup, yerinin yurdunun belli olmasıdır. Mutsuz olsanız dahi, aile olmanız mutlu olmanız için yeterlidir. Kafanızı sokabileceğiniz sıcak bir yuva, yatağınızı ısıtacak bir eş ve yaşlandığınız zaman size sahip çıkacak çocuklar mutluluğunuzun garantisidir. Öyle ya da böyle bu hayatın sonu öngörülebilir ve güvenlidir. Sonunuzu üç aşağı beş yukarı kestirebilirsiniz. Ama tek bir şartla…
Hayallerinizden ve özgürlüğünüzden birazcık ödün vermeniz gerekecek.
Mesela yurt dışındaki bir iş teklifini eşinizin işini ve çocuklarınızın düzenini bozmamak adına geri çevirmek zorunda kalabilirsiniz. Veya çok severek aldığınız bluzu eşiniz biraz dekolte buluyor diye dolabınızın bir köşesinde bekletebilirsiniz. Hayalini kurduğunuz dünya turunu çocuklarınız yüzünden erteleyebilir hatta tamamen unutabilirsiniz. Yine aileniz, sevdikleriniz ve çocuklarınız için nefret ettiğiniz kurumsal hayattan hayaliniz münzevi hayata bir türlü geçemeyebilirsiniz.
Öte yandan bir aile kurmasanız bile sevdiğiniz kadını/erkeği bırakmamak için karşınıza çıkan tüm fırsatları görmezden gelebilirsiniz. Şimdi bana “sevdiğim yanımdayken tüm bunların bir önemi yok zaten” diyeceksiniz ya… o öyle olmuyor işte:) Gönül hep öyle olsun istiyor ama olmuyor işte…işler ters gidince yapamadıklarınızın acısı, yapabildiklerinizin sevincini unutturuveriyor. Yaptığınız fedakarlıkların çetelesi tutulmaya başlıyor. Sonra eşinize “senin için saçımı süpürge ettim” ler, çocuklarınıza “sizin için hayatımdan vazgeçtim” ler ortaya dökülüyor. Çünkü pişmanlık, yapabildiklerinizden ziyade yapmadıklarınızdan ötürü duyuluyor.
Seni Sen olmaktan çıkaran her türlü fedakarlık, aslında feda olmaktır. Fedakar olmak ile feda olmak arasında çok ince bir çizgi vardır. Sevdikleriniz için sizi Siz olmaktan alı koymayan özverilerde elbette bulunacaksınız. Ama kendi benliğinizden çalan, sizi eksilten her türlü özverinin sonu pişmanlıktır.
Zaten gerçek bir fedakarlığın sonunda maddi/manevi siz de kazanırsınız. Eğer bulunduğunuz fedakarlığın sonunda sadece karşı taraf kazanıyor ve siz kaybeden taraf oluyorsanız bilin ki kendinizi feda ediyorsunuzdur. Gerçek bir fedakarlık ve özverinin sonunda her iki taraf da kazanır. Feda olmak ise sizi eksiltir ve eksildiğiniz noktada pişmanlık başlar.
Bu yüzden her türlü ilişkimizi, sevgimizi ve aşkımızı çok iyi analiz etmemiz gerekir. Hem kendi sevgimizi hem de partnerimizin sevgisini çok iyi gözlemlemeli ve sorgulamalıyız. Ne kendimizi feda etmeli ne de partnerimizden feda olmasını istemeliyiz. Ne kendi hayallerimizden vazgeçmeli ne de partnerimizin hayallerine engel olmalıyız. Zaten bu ilişki doğru bir ilişki ise kimse kimsenin hayallerine ve özgürlüğüne müdahale etmez. Her ne kadar bir olsanız da bireysel alanlarınıza saygı göstermek gerçek bir yetişkin ilişkisinin göstergesidir.
Sevgi ve aşk bağımlılık değil bağlılık gerektirir. Eğer çiftler ilişkinin içinde birbirlerine bağımlıysa, o ilişki yetişkin bir ilişkiden uzak, hala ergenlikten kalan dürtülerinizi besleyen aciz bir ilişkidir. Sevginize ve aşkınıza elbette bağlı olacaksınız ama bağımlı olmak esaretin ve acizliğin en büyük göstergesidir.
Şimdi sorun kendinize; mevcut ilişkinizde (aşk, sevgi, evlilik, arkadaşlık, aile vs..) bağlı mısınız yoksa bağımlı mı? Fedakarlık mı yapıyorsunuz yoksa feda mı oluyorsunuz?
İçimizdeki ergenlerin büyüdüğü, gerçek bir yetişkin ilişkisindeki sevgi ve aşkı sonuna kadar destekliyorum. Ama sevgi, aşk ve aile adı altında gizlenmiş egoist, çıkarcı ilişkilerin masum ve iyi bir şeymiş gibi gösterilmesine ve toplum tarafından onaylanmasına dayanamıyorum. Bu anlamda herkesin gönül ve akıl gözünün açılması dileği ile…
Hayata ve ortak bilince katkısı olsun…
Ne Haliniz Varsa Gülün…
Sevgilerimle…