Motosiklet ile Sicilya Turu / 5.Bölüm (Crotone-Alberobello-Halkidiki)

Sabah kahvaltısından sonra çadırlarımızı toplayıp İtalya’daki son konaklama noktamız olan Crotone‘ye doğru yola çıkıyoruz. 400 km ye yakın yol katedeceğiz.

Messina Boğazını geçip Sicilya’yı geride bırakıyoruz. Çizmenin tabanından topuğuna doğru ilerlerken tüm seyahatimiz boyunca bize eşlik eden yeşil-mavi doğa yerini sarıya bırakıyor. Göz alabildiğince uzanan dümdüz ve sapsarı tarım arazileri bana Anadolu’yu hatırlatıyor.

Başkenti Catanzaro olan Calabria Bölgesinin güney doğu kesimi tamamen tarım arazileri ile kaplı diyebilirim. Hasadı yapılmış tarım arazilerinin bu kadar güzel görünebileceğini hiç düşünmemiştim. Toprak Ana’nın güzelliği ve bereketi karşısında nefesim kesiliyor.

İtalya’da işçilerin yaklaşık dörtte biri tarım alanında çalışıyormuş. Köylülerin çoğu işlediği toprağın sahibi değilmiş. Güney İtalya’da ve Sicilya’da topraklarının başında bulunmayan büyük toprak sahipleri, mülklerini küçük parsellere ayırarak köylülere kiralıyormuş. (Aynı yöntem Doğu Karadeniz’de de uygulanıyor.)

Yoksul köylülerin çok ezildiği bu düzeni biraz olsun değiştirmek amacıyla 1950’den sonra hükümet pek çok büyük toprak sahibinin toprağını kamulaştırarak tarım işçilerine ve yoksul köylülere dağıtmış. İtalya’nın güneydoğusunda bulunan büyük modern çiftliklerde  buğday, mısır, tütün üretimi yapılıyor. Tabi ülkenin hemen hemen her yerinde bulunan zeytinlikler ve üzüm bağlarından bahsetmeme gerek yok sanırım. İtalya’nın meyve ve sebze üretiminde Avrupa’da ilk sıralarda yer almasının sebebi gördüğünüz gibi tarıma ve çiftçiye verilen değer ve destek.

Darısı ülkemizin başına diye derin düşüncelere dalmışken bir anda ana yoldan çıkıp sahile doğru inmeye başlıyoruz. Yaşasın!!! Yemek yiyip, denize gireceğiz:) Böylece çölde vaha bulma hissini bir kez daha yaşıyorum. Zira hava 40 derece.

 

Ferruzzano‘da bulduğumuz bu vaha, cennet bahçesi gibi geliyor bana. Denizin ve kumsalın güzelliğine bayılıyorum. Etraf sakin, restaurantta bizden başka kimse yok. Denize giren yok. Nerede bu İtalyanlar? Ca’nım plajlar bomboş.

Girdiğimiz restaurantın içinde kocaman bir taş fırın var. Pizzaları çok iyiymiş ama öğle sıcağında çalıştırmıyorlar. Akşam yemeği servisinde pizza siparişi alıyorlarmış. Dolayısı ile pizza yiyemedik ama hayatımda yediğim en lezzetli angus bifteğini yedim.

Yemek sonrası dalgaların şırıltısı ve tatlı rüzgarın esintisi altında hülyalara dalmışken “Silmaaa” sesiyle gerçek dünyaya dönüyorum:(

 

Crotone’ye akşam saatlerinde varıyoruz. Tipik Avrupa’lı bir taşra kenti Crotone. Her Avrupa şehrinde olduğu gibi klasik meydanlarını ve katedrallerini gezebilirsiniz. Crotone ile alakalı size anlatabileceğim pek fazla bir şey yok. Zaten 1 gece konaklayıp sabah erkenden yola çıkacağız.

Bu şehirde oteller apartmanların içinde bulunuyor. İnsanlar apartman dairelerini otel olarak işletiyorlar. Bizim kaldığımız Alma B&B Oteli de böyle bir işletmeydi. Kaldığımız otel (yada ev ne demek doğru bilmiyorum) aslında, bir binanın 3.katında, 4 oda 1 salon, mutfağı olan bir apartman dairesi. Odaların içine küçücük banyo ilave edilmiş. Uyumak için, çadırdan sonra oldukça konforlu geldi bana:) Mutfak, ortak kullanma alanı ve buzdolabı, su ısıtıcısı, ocak,kahve, su vb. ne isterseniz mevcut. Kahvaltı için civardaki pastanelerle anlaşmışlar. Check-in esnasında size verilen biletlerle 1 kahve ve 1 adet krovasanı ücretsiz olarak alabiliyorsunuz. 

Oteli bulurken biraz zorlanabilirsiniz. Navigasyon bizi otelin önüne kadar getirdiği halde mahalle kasabına sorarak bulabildik:) Çünkü etrafınızda otele benzeyen bir bina veya bir otel tabelası yok. Küçük bir metal levhanın üzerine otellerin ismi yazılıp, apartman duvarına asılmış. Kaldığımız otelle aynı apartmanda başka bir otel daha var:)

Akşam yemeği için otel sahibesinin şiddetle önerdiği, yerel yemekleri ile ünlü A Ra Gghjàzza Restaurant’a gidiyoruz. Restaurantın girişi bizim kebapçılara benziyor. Köhne, küçücük, salaş bir yer.  Arkada bir bahçesi mevcut ama doğum günü partisi var:)Pek hoşumuza gitmiyor. Yemek yer kaçarız zaten diye düşünerek girdiğimiz mekandan gece yarısı, zil zurna sarhoş bir vaziyette çıkıyoruz. Sevgili Sabrina 18. yaş gününü asla unutmayacak bence:) Zavallı Sabrina’ya tombul yaşlı akrabalarının hazırladığı  sıkıcı yaş günü partisi biraz konsept değiştirmiş oldu ama olsun:)

Bu arada restaurantın bahçesi diye tabir edilen yer, köhne, binaların altında sıkışmış saçma sapan bir yer ama yemekleri gerçekten çok lezzetli. Kaç sürahi ev yapımı kırmızı şarap ve kaç şişe ev yapımı limoncello içtiğimizi kimse hatırlamıyor ama 7 kişi için ödediğimiz rakam çok komikti. Hem ucuz hem de lezzetli bir restaurant. Ev yapımı limonçello extra başarılı. Ortaya getirdikleri tadımlık soğuk mezeler lezzetli. 

Kısacası ağzımızı burnumuzu büzerek girdiğimiz mekandan ağzımız kulaklarımızda çıktık.

Sabah yaptığımız saçma bir kahvaltı sonrası Brindisi’ye doğru yola çıkıyoruz. Alberobello’ya uğrayıp kabusum Grimaldi Gemisine binmek üzere 400 km yol yapacağız.

 

Calabria Bölgesinin kavurucu güneşinin altında, tarım arazilerini seyrederek ilerliyoruz. İtalya’da araç kullanırken ekstra dikkatli olmakta fayda var. Özellikle taşra bölgesinde yol alıyorsanız.  İtalyan’lar genel olarak trafik kurallarına uygun araç kullanıyorlar. Özellikle hız sınırına çok dikkat ediyorlar ve ada/ kavşak dönüşlerinde birbirlerine çok saygılılar. Ama tali yollardan ana yola çıkarken çok dikkatsiz davranıyorlar. Siz yolunuzda giderken hiç beklemediğiniz bir anda önünüzde bir araç belirebilir. Özellikle motosiklet sürücüleri için son derece tehlikeli bir durum.

Tüm seyahat boyunca en sevdiğim şey, plansız olarak keşfettiğimiz plajlar ve restaurantlar oldu. Pisticci‘de,yoldan geçerken gördüğümüz bu plajda, hem leziz İtalyan mutfağının tadına bakıyoruz hem de denize giriyoruz.

 

İyonya Denizinin serin sularında ferahladıktan sonra herkes deniz mahsüllü ev yapımı makarnalarını yerken ben bir türlü sevemediğim Kılıçbalığımı tırtıklıyorum.

Plajda duş sistemi jetonlu. Suyun akma süresi çok kısa.

Puglia Bölgesine doğru yol alırken müthiş bir doğa bize eşlik ediyor. Ben Tabiat Ana’nın bu sarı rengini çok sevdim:)

Itria Vadisine yaklaştıkça dar toprak yolların iki yanının ufak gri taşlarla örülmüş olduğu dikkatimi çekiyor. Yol kenarındaki zeytinlikler de aynı gri taşlarla birbirinden ayrılmış. Asırlık zeytin ağaçlarını geçiyoruz. Ne zaman o masal diyarına geleceğiz, konik çatılı taş yığınlarını görmeye başlayacağız derken, Martina Franca‘da yolun kenarında ilk trullo selamlıyor beni. Gri şapkalı, beyaz gövdeli trullolar fazlalaşmaya başlıyor. Puglia’ya hoş buldum.

Puglia adı sanı duyulmamış yalnızca İtalyanların bildiği bir bölgeyken, bugünlerde dünyanın her yerinden turist çekiyor. Sebebi değişen seyahat tredleri bence:) Basit ,doğal ve sadeliğin dayanılmaz cazibesini Puglia’da hissedeceksiniz.

Bölgenin medar-ı iftiharı UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Alberobello Kasabası. Itria Vadisinin tümünde trullolara rastlansa da Alberobello’da yoğun olarak bir arada görebilirsiniz. 1500 civarında trullo eviyle bölgenin en çok turist çeken kasabası aynı zamanda.

Trullo evlerinin kökeni, 14. yy.’a dayanıyor. Bu evlerin neden, nasıl ve kim tarafından yapımına başlandığı kesin olarak bilinmemekle beraber  çeşitli rivayetler var. Bunlardan en bilineni dönemin dere beyinin, halktan çatı başına talep ettiği yüksek vergiler. Halk bu vergi sisteminden kurtulmak için, çatısı kolayca yıkılabilecek koni şeklindeki trullo evlerini inşa etmiş. Vergi toplamaya gelen memurları görünce de, çatının tepesindeki kubbeyi çekip, çatıdaki yığma taşları yıkıyorlarmış. Böylece çatısı olmayan bu ufak konik binalar evden sayılamayacağı için memurlar da vergi alamıyormuş. Memurlar kasabadan çıktığında da çatılarını tekrar örüp hayatlarına devam ediyorlarmış.

Trullolar, tek kattan oluşuyor ve kubbenin altında bir oda bulunuyor. Kubbenin içine yapılan  asma tavan, çocuk odası ya da kiler olarak da kullanılabiliyor. Şöminelerle ısıtılan Trulloların içi yazın serin, kışın sıcak oluyor.

İşte tam karşımda duruyor Albrebello. Heyecandan ölmek üzereyim. Vaktimiz çok az. Hiç vakit kaybetmek istemiyorum.

Alberobello,  Aia Piccola ve Rione Monti adlı iki bölüme ayrılmış.  Rione Monti bölgesindeki trullolar  ya hediyelik eşya satan dükkanlara ya da otele çevrilmiş ama Aia Piccola’ da yaşam hala trulloda sürüyor.

Bu kasabanın içinde gezerken kendinizi bir çizgi film kahramanı gibi hissedebilirsiniz. Ya da Holywood yapımı fantastik bir filmin setinde.

Evlerin kubbelerine çeşitli semboller çizilmiş. Semboller çoğunlukla dini anlamlar içerse de, zodyak sembolleri, evin sahibinin etnik kökenini simgeleyen ya da şans ve bereket getirdiğine inanılan sembollerden oluşuyor.

Bazı dükkanların terasları var ve çıkmanıza izin veriyorlar. Bu terasları kaçırmayın ve kasabaya bir de böyle bakın. 

 

Gitme vakti geldi, ayaklarım geri geri gidiyor, hiç gitmek istemiyorum. Buralara kadar gelmişken en az 2 gün kalınmalı ve bütün Itria Vadisi gezilmeli. Hediyelik eşya dükkanlarında satılan pul biberlerden satın alabilirsiniz.  Aşağıya sizin için İtria Vadisinde gezebileceğiniz kasabaların isimlerini ve konumlarını bırakıyorum. Belki işinize yarar. Benim gidişim başka bahara kaldı ama siz giderseniz bana mutlaka yazın.
Bu masalsı kasabayı bırakıp o korkunç Grimaldi Gemisine bineceğimi düşünmemeye çalışarak Brindisi‘ye doğru yola çıkıyoruz. (Grimaldi Gemisi ile ilgili detayları bu adreste bulabilirsiniz; http://www.seruzun.com/motosiklet-ile-sicilya-turu-1-bolum-kavala-igoumenitsa-brindisi/ ) Limana vardığımızda Yunanistan’da yaşadıklarımızın aksine hiç beklemeden gemiye alınıyoruz. Dedim ya İtalya’da işler daha organize yürüyor ve tam zamanında kalkıyor gemi. Uykusuz ve sevimsiz bir yolculuk sonrası sabahın ilk ışıkları ile Igoumenitsa limanına inip Yunanistan’a Kalimera diyoruz.
Yunanistan’da nedense kendimi turist gibi hissedemiyorum. Eve gelmişiz gibi ya da Türkiye’nin tatil beldelerinden birinde tatilde gibiyim. Sabahın kör ayazında limanın etrafında kahvaltı edebileceğimiz açık bir restaurant bulup kahvaltı faslını geçtikten sonra 3 gün konaklayacağımız Halkidiki’ye doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz 450 km.
Bir gece önceki uykusuz geçen Grimaldi yolculuğunun yorgunluğuna Yunan otobanı ve sıcak hava da eklenince  hepimiz perişan oluyoruz. Mola aralarımız sıklaşıyor. Neredeyse saat başı mola veriyoruz. Uzun süren meşakkatli bir yolculuk sonrası kamp alanımız olan Neos Marmaras’a ulaşıyoruz.
Neos Marmaras konakladığımız en iyi kamp alanlarından biri. Hem merkeze yakın hem de denizin kıyısında. Sıcak duş için jeton almanıza gerek yok. WC’ler temiz. Kamp alanının içinde restaurant ve market, sahilinde ise beach bar var. İsterseniz hazır kurulmuş çadır veya karavan da kiralayabiliyorsunuz. Sezonluk karavan kiralayıp bütün yazı burada geçiren turistler var. 
Halkidiki’de çadırlarımızı kurduktan sonra motorların kontağını 3 gün açılmamak üzere kapatıyoruz. Buraya gezmeye değil tatile geldik. Tüm İtalya yorgunluğunu burada atıp öyle döneceğiz İstanbul’a. Gün batımını buz gibi biralarımız eşliğinde seyredip akşam yemeği için toparlanıyoruz.
Akşam yemeğini kamp alanının içindeki restaurantta yiyoruz. Kamp alanındaki tek Türk biziz ve sahibi Türkleri çok seviyor. Yemekleri eşi yapıyor ve ev yemeği tadındaki mezeler ve balıklar çok lezzetliler. Barbarian uzosu bizim Tekirdağ rakısı kıvamında.  Özlediğimiz rakı-balık keyfini Yunanistan’da gideriyoruz. Türk kahvesi bile var…Yaşasın Türk ve Yunan Mutfağı kardeşliği:)
Sabah uyandığımda gün yeni ağarıyor. Kuş cıvıltıları ile güne merhaba…Manzara müthiş.
Deniz henüz beyazken , kimsecikler yokken yüzmenin tadı bir başka.
Halkidiki’de gezebileceğiniz pek çok beach var. Denizin tadını buralarda da çıkarabilirsiniz. Biz bu seferlik bunu tercih etmiyoruz ama hafta sonu için küçük bir nefes molası buralarda verilebilir. Kamp alanının yanından devam eden sahil şeridi oldukça hareketli bir bölge. Yolun kenarında çok şirin oteller, pansiyonlar ve balık restaurantları bulunuyor. Biz akşam yemeği için bu sefer bu yol üzerindeki restaurantlardan birine girdik. Bir otelin altında bulunan balık restaurantının sahilinde de masalar bulunuyor ama yer bulamadık tabi. Mezelerimiz ve Barbun balığımız lezzetliydi ama kamp alanımızdaki restaurantta yediklerimizin tadı yok tabi. 
Eğer yolunuz buralara düşerse Neos Marmaras’ta kamp yapmasanız bile bir akşam veya öğle yemeğinizi kampın içindeki bu restaurantta yemenizi tavsiye ederim. Lezzet ve fiyat olarak dışarıdaki restaurantlardan çok daha iyi.
 17 gün boyunca hayata “Hadi be sende” dediğimiz yolumuzun sonuna geldik.
Dönüş yolunda Kavala’ya uğrayıp pastanelerden kavala kurabiyesi almayı unutmayın. Gümrük alanındaki free shoplarda da bulabilirsiniz ama emin olun aynı lezzette değiller.
Hayat zaman zaman hepimize acımasız davranır ama olsun…. Hayatın huyu böyle diye onu sevmekten ve yaşamdan keyif almaktan vazgeçecek değiliz.
Unutmayın, ne haliniz varsa gülün….
Hayat gezince güzel…..
Sevgilerimle….

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

+ 22 = 31