-MIŞ Gibi Yaşamak…

İçine doğduğumuz ailenin, dinin, gelenek ve göreneklerin, toplumsal yapının ve cinsiyetimizin bizlere öğrettiği davranış kalıpları vardır. Bizlere dayatılan bu davranış kalıplarının bir çoğunu sorgulamadan kabulleniriz. İçimize sindiremesek bile bize yanlış gelen bu kuralları doğruyMUŞ gibi hayatımızda uygularız. Toplum kurallarına uygun yaşadığımız için çevremizdekiler tarafından yargılanmayız ve onaylanırız. Kendi değerlerimizi ve doğrularımızı görmezden gelerek “Başkalarının gözünde değerli” olabilmek için hayatlarımızı -MIŞ gibi yaşarız.

Sırf çok para kazanabildiğimiz için ya da havalı bir kartviziti olduğu için sevmeden çalıştığımız bir işimiz vardır mesela. Her Pazartesi “Pazartesi Sendromu” yaşadığımız o havalı işimizden bir türlü vazgeçemeyiz çünkü biz sevmesek de çevremiz tarafından onaylanmış ve kabul görmüş bir iştir. Aslında sakin bir sahil kasabasında balıkçılık yapmak istiyoruzdur ama çevremizden/ailemizden alacağımız olumsuz tepkiler yüzünden, emeklilik hayallerimiz olarak beklemeye alırız bu isteğimizi. Aksini bir düşünsenize; havalı plazalarda, iyi bir maaşla çalıştığınız işinizden, tutkunuz olan balıkçılık yapmak isteğiniz yüzünden istifa ettiğinizi eşinize yada ailenize açıkladığınızı…. 🙂 Hepsi size DELİ gözüyle bakacak ve kafayı yediğinizi söyleyecektir. Tüm bunlarla savaşacak gücü bulamadığımız için sevmediğimiz işimizi, seviyorMUŞ gibi yaparak çalışmaya devam ederiz. Çünkü kariyeri olan ve çok para kazanıp faturalarımızı rahatlıkla ödeyebileceğimiz bir iş, çevremiz ve toplum tarafından onaylanmamız için son derece önemlidir.

Çevreniz sizin mutlu olup olmadığınız ile ilgilenmez. Onlar için önemli olan sizin toplum içindeki statünüz ve günün sonunda kaç para kazandığınızdır. Bütün aileler çocuklarının iyi bir doktor, mühendis vs olmasını isterler, kimse benim oğlum işini çok iyi yapan bir balıkçı demek istemez.

Aileden varlıklı olanları gözlemleyin. Babadan, dededen kalma şirketler de üst düzey pozisyonlar da çalışanları inceleyin. Gazetelerde hepsinden başarılı iş insanıyMIŞ gibi bahsedilir. Aslında bir çoğunun öyle olmadığı gün gibi aşikardır ama kimse bunu sorgulamaz. Bütün gün iş yerinde hiç bir şey yapmaması kartvizitinde Genel Müdür yazmasına engel değildir. Ama eşi, ailesi, dostları ve çocukları onu Genel Müdür zanneder. Hatta kendi bile inanmıştır buna:) “kime ne zararı var ne güzel işte” dediğinizi duyar gibiyim:) Belki farkındasınız belki değilsiniz ama sadece kendisine değil toplum bilincine bile zararları var. Mış gibi davrananlar yüzünden insanları kişilikleri ile değil ya dişilikleri ile yada kartvizit ve statüleriyle değerlendiriyoruz ve otomatik olarak gelecek nesillere bunun doğru olduğunu öğretiyoruz. Yani toplum bilincini etkiliyoruz.

Peki ya evliliklerinizi hiç düşündünüz mü? Evlilik bu toplum için verilmiş en büyük statüdür. Evli olmak ve evli kalmak çok önemlidir. Eğer boşanmışsanız, hele bir kaç başarısız evlilik geçirmişseniz veya hiç evlenmemişseniz toplum size hemen dul, evde kalmış, boşanmış sıfatını yapıştırır. Ve bu o kadar önemli ve resmidir ki nüfus kağıdınıza kadar işlenir. Bunu kimse ne sorgular ne de yadırgar. Toplum için o kadar normaldir. İşte sırf bu yüzden pek çok evlilik kağıt üstünde bile olsa devam eder.


Kağıt üzerinde evli olmak nedir?… Bu aralar bunu o kadar çok duyuyorum ki…

“Biz eşimle kendi hayatlarımızı yaşıyoruz kimse kimseye karışmıyor.”

“Neden ayrılmıyorsunuz?” diye soruyorum.

“Çocuklar var, düzenleri bozulup huzurları kaçmasın” diyorlar:)))

Mutsuz bir evliliği sürdürmek bir insanın bu hayatta başına gelebilecek en kötü şeydir… Ölene kadar bu kötülükle nasıl yaşar bir insan? Sevmediğin, birlikte olmayı arzulamadığın bir insan ile aynı evi, aynı yatağı paylaşarak bir ömür nasıl geçer?

Gidecek yerim yok, param yok, işim yok, bana sahip çıkacak kimsem yok, çocuklarım var gibi bahaneler ile kendimizi kandırırız. En büyük ve kolay bahanedir çocuklar çünkü toplum için çocuklar ve aile son derece önemlidir. “Çocukların huzuru her şeyden önemlidir” fikri aşılanır bizlere. Çünkü toplumun gözünde çocuklar sadece Anne-Baba ile aynı evde yaşayınca huzurlu olur. Dikkat edin boşanmış anne-babanın çocuklarına acır bu toplum. Anne-Baba beraber olsun da nasıl olursa olsun mantığı ile hem kendi hayatımızı hem de çocuklarımızın hayatını çekilmez kılarız. Sanki çocukların tek ihtiyacı anne- baba ile aynı evde yaşamakmış gibi:)) Evin içindeki huzursuzluk, sevgisizlik ve mutsuzluk kokuları sokağın başından duyuluyorken hangi huzurlu ortamdan bahsedilebilir. Sonra bu çocuklar niye böyle oldu? “Yemedik yedirdik, içmedik içirdik, hiç bir şeylerini eksik etmedik”:)))

En önemli şeyi eksik ettiniz. Gerçek huzuru ve sevgiyi en önemlisi de dürüst olmayı eksik ettiniz. Önce kendinizi, sonra çocuklarınızı kandırdınız ve onları koca bir yalanla büyüttünüz. Mutsuz ve huzursuz olduğunuz halde sırf toplum böyle olmasını istiyor diye mutluyMUŞ ve huzurluyMUŞ gibi davrandınız. O çocuklar da yetişkin oldukları zaman sizden öğrendiklerinin aynısını yapacaklar. Eşlerini aldatan oğullarınız, kocalarını idare eden, saçını süpürge etmiş,kendinden vazgeçmiş, mutsuz kızlarınız olacak. Ama biz onlara dışardan bakınca mutluyMUŞ gibi görmeye devam edeceğiz:)

Mış gibi yaşamanın ne size ne de çocuklarınıza faydası var. Mutsuz evliliğinizi mutluyMUŞ gibi yaşamak önce kendinize sonra da çocuklarınıza yaptığınız en büyük kötülüktür. Anne-Baba olmak gerçek sorumluluk gerektirir. Ve bu sorumluluklarını yerine getirmen için sevmediğin, anlaşamadığın biriyle aynı evde yaşamak zorunda değilsin. Ayrı da olsanız anne- baba olarak üzerinize düşen sorumlulukları layıkıyla yerine getirebilir ve sevginizi gerçekten gösterebilirsiniz. Eğer niyetiniz gerçekten iyi bir ebeveyn olmaksa tabi:) Belki de niyetiniz toplumun gözünde iyi bir ebeveynMİŞ gibi görünmektir.

Bu konuda sayfalar dolusu örnekler verebilirim. Yazıyı çok uzatmamak adına kısa kesmek istiyorum ama toplum olarak her konuda MIŞ gibi yapıyoruz. Siyasetten tutun da eğitim sistemine, aşk ilişkilerimizden dostluk ilişkilerimize, sosyal medya hesaplarımızdaki imajımızdan sevişmelerimize, sevmelerimize kadar her konuda MIŞ gibi yapıyoruz. İnançlarımız, ibadetlerimiz bile gerçek değil.

Topluma ve çoğunluğa kafa tutmanın çok zor olduğunu biliyorum. Herkesin aynı cesareti göstermesini de beklemiyorum ama hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu ve bedel ödemek istemediğimiz için hayatlarımızdan vazgeçtiğimizi bilmenizi istiyorum. Örneğin birin kalbini kırdıysanız ödeyeceğiniz bedel o insanın güvenini yitirmektir. Eğer mutsuz olduğunuz bir ilişkiniz varsa ve sırf yalnız kalmaktan korktuğunuz bu birlikteliği sonlandıramıyorsanız, bunun bedeli sevgisiz, huzursuz bir hapishanede esaret içinde yaşamaktır. Eğer kendiniz olmaktan korkuyorsanız ve herkes gibi olmaya çalışıyorsanız, ödeyeceğiniz bedel kendinize olan inancınızı yitirmek olacaktır. Öte yandan kendiniz gibi olmanın bedelinin de yalnızlık olabileceğini bilin ve seçimlerinizi ona göre yapın. Kimimize esaret, kimimize ise yalnızlık iyi gelir.


Mış gibi yaşamayı seçmek pek çok şeyden vazgeçmek demektir. Her eylemimizin bir bedeli vardır. Eyleme geçmeden önce ödeyeceğiniz bedeli bilin ve ne yapmak istediğinize öyle karar verin. Seçimlerimiz kaderimizi oluşturur ve her seçim bir vazgeçiştir.

Hayata ve ortak bilince katkısı olması dileği ile…

Ne Haliniz Varsa Gülün…

Sevgiler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

9 + = 15