Cesur Yeni Dünya, İngiliz yazar Aldous Huxley’nin 1932 yılında yayımlanan, ütopik gibi görünen distopik eseridir. Yayımlandığı dönemin şartlarını göz önünde bulundurduğunuzda Huxley’in hayal gücüne, tespitlerine ve uzgörüsüne hayran kalmamak elde değil.
1. Ve 2. Dünya savaşlarının arasındaki dönemde yazılan kitap, dünya düzeninin değişiminin yeni yeni şekillenmeye başladığı, gücün yıkılan Osmanlı İmparatorluğu ve Çalık Rusya’sından İngiltere ve ABD’ye geçmesinin filizlenmeye başladığı dönemlerde, yazarın tüm bu hikayeyi ön görmesi beni ayrıca etkilemiştir.
Zira bana göre Cesur Yeni Dünya’da yaratılan Dünya Devleti’nin ve toplumunun kökenleri bugünkü ABD’ye dayanmaktadır ki o yıllarda bunu görebilmesi takdire şayandır. Ütopik gibi görünen distopik bir eser dememdeki en büyük neden, okuyucunun yaratılan yeni dünyanın iyi mi yoksa kötü mü olduğuna bir türlü karar verememesidir. Bana kalırsa Huxley de buna karar verememiş ve bunu okuyucuya yansıtmıştır. 1935 yılında kendisi ile yapılan bir röportajda gazetecinin kendisine “gönlünün Vahşi’nin isteklerinden yana mı yoksa şartlandırılmış istikrar idealinden yana mı?” olduğu sorulmuş ve Huxley cevap olarak “İkisinden de yana değil. Bence iki ucun arasında bir orta olmalıdır” demiştir. Bunun yanı sıra Huxley, kitabın 1946 yılında yayımlanan önsözünde romanı yeniden yazacak olsa Vahşi’ye yaşayabileceği üçüncü bir toplum seçeneği daha sunacağını açıklar.
Bugünün şartlarında okunduğunda, okuyucuya sunulan bu yeni dünya bir ütopya gibi gözükebilir. Çünkü insanoğlu yaşlılığın yok edildiği, sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşların ve yoksulluğun tarih olduğu ve herkesin mutlu olduğu bir dünyada yaşamaktadır. Fakat gel gör ki tüm bunlar birçok değerin yok edilmesi ile başarılmıştır. Aile, evlilik, ebeveyn olmak, sanat, edebiyat, din ve felsefe artık yoktur. Ayrıca ahlak kuralları uykuda şartlandırma yöntemi ile tamamen değiştirilmiş, toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür.
Hikâye günümüzün 26. yüzyılında yani kitaba göre F.S. 632 (Fordtan Sonra) yılında, eski kıta denilen Londra’da geçmektedir. (Cesur Yeni Dünya’da “Ford” olarak bahsedilen kişi, Amerikan otomobil devlerinden olan Ford’un sahibi Henry Ford’tur. Hikâyede Henry Ford’un 1908-1927 yılları arasında ürettiği T Modeli otomobili de her şeyin başlangıcı olarak kabul edilir. T Modeli, taşıma bandı ile üretilmiş ilk modeldir ve aynı yöntemle insan üretilir. Bu yüzden Ford, bu dünyada Tanrı sayılır. Neden böyle dediğimi kitabı okuyunca anlayacaksınız.)
Dokuz Yıllık Savaşlar ile bozulan dünya düzeni, yerini küresel bir kast sistemi olan Dünya Devleti’ne bırakmıştır. Dünya Devleti’nin istikrarını sağlamak adına, gezegenin sabitlenmiş 2 milyar nüfusunu kontrol altında tutmak için insanoğlunun doğarak dünyaya gelmesi engellenmiştir. Romanda ilk göze çarpan şey, üreme teknolojisinin değiştirilmiş olmasıdır. İnsanoğlu dev laboratuvarlarda biyolojik mühendislik ve psikolojik telkinlerle, toplumun ihtiyacı dahilinde üretilir.
İnsanlar, toplum için önceden belirlenmiş rolleri doğrultusunda yaşarlar ve bireysellikleri yoktur. Her şey toplumun düzeni ve istikrarı içindir. Halk en üst tabakasından en alt tabakasına doğru saydığımızda “Alfalar, Betalar, Gamalar, Deltalar ve Epsilonlar” şeklinde beş farklı sınıftan oluşur. Hepsi kendilerine tanımlanan görevleri mutluluk içinde yerine getirirler. Hayal kırıklıkları ve başarısızlık hissi bu dünyada yoktur.
Bu konu ile ilgili kitapta Kıbrıs deneyinden bahsediliyor. Bu deneyden ve sonuçlarından çok etkilendiğimi itiraf ediyorum. Elbette bunu sizinle paylaşmayacağım çünkü bu kitabı gerçekten okumalısınız.
Ölen insanların yerine hemen yenileri üretilir ve ölüler fosfor üretmek için yakılır. Aile, evlilik, annelik, babalık gibi unsurlar müstehcen sayılır. Böylece aile kurumunun, anne ve babaların getirdiği yük ve olumsuz etkilerin önüne geçilir. Tüm toplum aynı zihniyetle ve aynı ahlak kuralları ile yetiştirilir. Böylece herkes eşit şartlarda büyür. Aynı kurgunun bir benzerini M.S. 2150 isimli kitapta da görüyoruz. Bu kitap için de bu linki tıklayabilirsiniz. http://www.seruzun.com/kitap-tavsiyesi-m-s-2150-bir-makro-felsefe-klasigi/
Kitabı ilk elime alıp okumaya başladığımda Cesur Yeni Dünya benim için ütopik bir kitaptı. Yani her şey benim bakış açımda mükemmeldi. Ne zaman ki felsefe, sanat ve edebiyat bu dünyada yasaklandı işte o zaman kitap distopik olmaya başladı😊
Cesur Yeni Dünya’da edebiyat ve sanat sürekli mutluluk gayesi ile unutturulmuştur. Shakespeare gibi pek çok yazarın kitapları yasaklanmıştır hatta toplumun bu insanlardan haberi bile yoktur. Bunun nedeni insanların eskilerden hoşlanmasını engellemektir. Bu toplum yeniye ve tüketime dayalı bir toplumdur.
Kitapta bu konu ile alakalı çok ilginç diyaloglar var. Neden tüm bunların yasak olduğunu anlamayan Vahşi’ye, Mustafa Mond’un yaptığı açıklamalar oldukça dikkat çekici. Yine Vahşi’nin, Helmholtz’a Romeo ve Juliet’i okurken Helmholtz’un hikâyeye kahkahalarla gülmesi ve bu trajediyi aptalca bulması bana çok ilginç geldi. Üzerinde düşününce 21.yy şartlarında bile bu hikayenin komik bulunması olası. Elbette burada sadece toplum bilincinden bahsediyoruz. Yoksa Shakespeare’e lafımız yok😊
Toparlamak gerekirse Cesur Yeni Dünya’daki optimun toplum Mustafa Mond’un söylemiyle buzdağı örneğine göre kurulmuş bir toplumdur. Dokuzda sekizi su seviyesinin altında, dokuzda biri üstünde. Su seviyesinin altındakiler üstündekilerden daha mutludurlar çünkü işlerini severek yaparlar. İşleri hafiftir ve ne kadar az sorumluluk alırlarsa o kadar iyidir. Beyinleri ya da kasları asla zorlanmaz. Yedi buçuk saat hafif, yormayan iş sonrası, soma istihkakları (zararlı etkileri azaltılmış uyuşturucu. Devlet tarafından halka dağıtılıyor.), sınırsız ve istedikleri ile çiftleşme özgürlüğü… Daha ne olsun😊 Bugün bile buna itiraz eden kaç kişi çıkar bilmiyorum.
Yazının başında da söylediğim gibi Cesur Yeni Dünya’daki bu toplum bana Amerikan halkını hatırlatıyor. Amerikan halkının refah içinde yaşarken dünyada olup bitenlerden bi haber olması aynı sistemin günümüzde de çok iyi çalıştığının bir göstergesidir. Dünyaca severek izlediğimiz Amerikan yapımı dizi ve filmler tüm dünyaya Amerikan kültürünü aşılamaktadır. Zaten yazarın da bu konudaki söylemleri aynı. Kardeşi Julian’a 1918 yılında yazdığı bir mektupta, 1.Dünya savaşının en kötü sonuçlarından birinin “Amerika’nın dünya egemenliğinin kaçınılmaz hızlanışı” olarak belirtmiştir. Yine 1920’lerde Huxley “Amerika’nın geleceği dünyanın geleceğidir” söylemlerini sık sık dile getirmiştir.
Belki de gün gelecek, tüm dünya Amerikan vatandaşı olarak uyanacak…
Eğer distopik kitaplara ilginiz varsa bu kitabı mutlaka okumalısınız. Bu türde yazılan kitapların klasiklerinden biri sayılan Cesur Yeni Dünya düzenini ben diğerlerinden daha etkileyici buldum. George Orwell’in 1984 ve Ray Bradbury’in Fahrenheit 451′ inden hem anlatım dili hem de kurgu olarak daha akıcı bence. Yine bu türde beni etkileyen diğer bir kitap olan Damızlık Kızın Öyküsü’nü hala okumadıysanız okuma listenize alabilirsiniz. Detaylar burada..http://www.seruzun.com/kitap-tavsiyesi-damizlik-kizin-oykusu/
Farkındalık içinde bilgide kalmanız dileği ile…
Ne Haliniz Varsa Gülün…
Sevgiler…