Nice’ e veda ettikten sonra aracımıza binip sahilden sahilden Cannes’a doğru yola çıkıyoruz. Tabi önce yolumuzun üstündeki Antibes’e uğrayacağız.
Nice-Cannes yolu çok keyifli. Yollarda motorsikletli grupları görünce heyecanlanıyoruz. Ahh şu valizlerimiz olmasaydı:)))
Molamızı Antibes kasabasında veriyoruz. Çok güzel bir sahil kasabası. Hafiften Monte Carlo’ya benziyor. Burası da zengin ve lüks bir kasaba ama Monte Carlo’daki gibi gözünüze sokulmuyor. Buranın sahil şeridi kumlu. Plajları Nice’e göre daha güzel.
Küçük bir şehir turundan sonra öğle yemeği için güzel bir restaurant aramaya başlıyoruz. Sahil şeridinde beachi olan çok güzel cafe ve restaurantlar var. Manzarası ve ambiansı güzel olanlardan birini seçiyoruz.
Seçtiğimiz cafenin önünde beach de bulunuyor. Denize girip girmeyeceğimizi soruyorlar. Denizle işimiz yok:) sadece yemek yiyeceğiz diyoruz. Beach için ayrıca ücret alıyorlarmış. Yemeklerimizi ve tabiki blushlarımızı söyleyip Antibes’in tadını çıkarıyoruz.
Küçük bir alış veriş turundan sonra Cannes’a doğru yolumuza devam ediyoruz.
CANNES
Cannes’a geldiğinizi yoğun trafikten anlayabilirsiniz. Tıpkı Pazar günleri güzel havalardaki Bebek trafiği gibi:) Otelimizi buluyoruz ama otopark yok tabi:) Otele yakın bir otopark arıyoruz. Burada da aynı Nice’teki gibi otoparklar ateş pahası. Araca ödediğimiz ücret kadar otopark parası ödüyoruz:)
Otelimiz meşhur La Croisette sahil yolunun bir arka sokağında. Cannes şehir içindeki her yere yürüme mesafesindeyiz. Valizlerimizi otele bıraktıktan sonra mayolarımızı giyip plaja iniyoruz. Biraz da yüzelim yani:) diyoruz ama keşke demeseydik:))
Cannes’in o meşhur işlek ana caddesinden karşıya geçtiğinizde halk plajları karşınıza çıkıyor. Kocaman beton bir iskelesi ve kum sahili var. Plajda zaten yer bulmanız mümkün değil. İğne atsanız yere düşmez. İskeleye yöneliyoruz orası da aynı. Neyse bir boşluk bulup seriyoruz havlularımızı. Etrafıma alıcı gözle şöyle bir bakınca bir anda kendimi Cannes’da değilde Caddebostan halk plajında hissediyorum. Caddebostan plajı buradan daha kaliteli ve insan profili daha düzgün. Türkiye’de “Barzo” olarak adlettiğimiz bütün tipler burada:) Deniz pis ve kalabalık.
Bu görüntü kirliliğine daha fazla dayanamıyoruz ve sokakları keşfetmeye çıkıyoruz. Tahmin ettiğiniz gibi etraf lüks oteller, restaurantlar ve marka mağazalardan geçilmiyor. Arabalar ise Monte Carlo’yu aratmıyor.
Cannes’de Ortadoğulu petrol zengini Arap çok fazla bulunuyor. Ekstra lüks olan bu arabaların çoğu Kuveyt plakalı. Otomotiv sektöründen biri olarak resimdeki bu aracın fiyatını buraya yazmaya matematik bilgim yetmiyor:)))
Caddelerde podyumdan fırlamış gibi gezen Ortadoğulu kızlardan gözünüzü alamıyorsunuz. Bikinilerinin üstüne geçirdikleri parıltılı şifon tunikleri, topuklu sandaletleri, fönlü saçları ve bir tatil parası değerinde çantaları ile en az arabalar kadar dikkat çekiyorlar:)))
Cannes’ın yat limanında küçük bir tur atabilir, dönme dolaba binip şehre yukarıdan bakabilirsiniz. Sahil boyunca yürüdüğünüzde göreceksiniz buralarda pek çok restaurant, cafe-bar ve hediyelik eşya satan butikler var. Yat limanının hemen karşısındaki meydandan içeri girip Cannes’ın arka sokaklarını keşfedebilirsiniz.
Cannes’in içinde bana göre gezilecek çok bir şey yok. Eski Cannes’daki dar sokakları ve evleri gezip görün tabi. Enteresan arabalar, lüks oteller ve restaurantlar görmek istiyorsanız ne ala. Eğer köyleri gezme gibi bir derdiniz yoksa Bodrum tatili yerine Cannes tatili yapabilirsiniz:) Ağustos ayında her iki yerde de aynı parayı harcarsınız:) Cannes’a asıl gelme sebebimiz tabi ki köyleri. Ama gelmişken meşhur Cannes film festivalinin yapıldığı alanda kırmızı halıda da yürüyelim istedik:) Bütün turistler burada fotoğraf çektirme telaşında:) Biz de dahil… “Haberim yokmuş gibi çek kanka”:)))
GRASSE VE MOUGINS KÖYLERİ
Gelelim Cannes’ı ziyaret-i sebebimize:) Güney Fransa’yı ve Cote d’Azur bölgesini anlamlı kılan tek şey köyleri bence. Nice’de veya Cannes’de Tükiye’de göremeyeceğiniz hiç bir şey yok. Aynı şeyleri kendi ülkemizde de yaşayabiliriz. Eğer köylerini ziyaret etmeyecekseniz buralara kadar zahmet etmeyin.
Grasse dünyanın en önemli parfüm özü üreticisidir. Cannes’a 30 dk uzaklıkta olan Grasse köyüne müthiş bir manzara eşliğinde dik rampaları tırmanarak çıkıyorsunuz. Aracımızı otoparka bıraktıktan sonra küçük bir şehir turu atıyoruz. Daracık sokakları, telaşsız ve sakin halkı ile ruhuma dokunuyor Grasse.
Grasse halkı mecburiyet karşısında parfüm işlerine girmiş. Halk aslında geçimini dericilik ile sağlıyormuş. Deri tabakalarının kokusu çok yoğun olur bilenleriniz vardır. Köylerini bu kokudan arındırmak için kendi kendilerine çeşitli çiçeklerden bir takım esanslar üretmeye başlamışlar. Benim hep savunduğum bir tezim vardır. Eğer bir işte başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız şey önce kendinize hizmet etmeli:)
Grasse’de mutlaka ziyaret edilmesi gereken yer Fragonard Parfüm Müzesi. Müze Pazar günleri dahil her gün açık ve giriş ücretsiz. Yine ücretsiz olarak bir rehber eşliğinde bütün müzeyi gezip parfüm hakkında ilginç bilgiler öğrenebilirsiniz. Bütün bunları yapmak istemezseniz bile mutlaka butik bölümüne geçip alış veriş yapın. Mis gibi sabun ve parfüm kokularının içinde efsunlanacaksınız.
Kasabayı turist tramvayları ile de turlayabilirsiniz. Biz yürümeyi tercih ettik. Böylece bol bol fotoğraf çekebildim. Grasse sokaklarında gezerken bir sürü şirin cafe ve restauranta rastlayacaksınız. İçlerinden birine oturun ve bu mis kokulu kasabanın tadını çıkarın. Biz yolumuzun üstündeki Mougins köyüne gidiyoruz:)
Cannes’e 15 dakika uzaklıktaki bu ortaçağ kasabası görülmeye değer. Cannes’in tepelerine konuçlanmış olan bu kasabada Picasso son 12 yılını geçirmiş. Grasse’den Mougins’e geçerken bir anda yağmura tutulduk. Öyle böyle yağmur değil ama sırılsıklam olduk. Yağmur yağıyor diye geri dönecek değiliz tabi:) Güneşe yüzümüzü döndüğümüz gibi yağmuru kucaklamayı da bilenlerdeniz:)
Biz havanın azizliğine uğradığımız için çok fazla gezemedik ama şatoya benzeyen evleri, ortaçağdan kalma bakımlı bahçeleri ile hem gözümüze ve gönlümüze hem de ruhumuza iyi geldi Mougins köyü.
Eğer Eylül ayında yolunuz buralara düşerse her yıl Gastronomi Festivali oluyormuş burada. Bence çok keyifli olur. Ayrıca kasabada çok fazla sanat galerileri var, gezerken gözünüze ilişecektir. Buralara da uğrayabilirsiniz. Eğer vaktiniz varsa bir gününüzü buraya ayırabilirsiniz. Ama eğer vaktiniz kısıtlıysa en azından 2-3 saatinizi buraya mutlaka ayırın.
O kadar ıslanmışız ki arabanın koltuklarına havlu sermek zorunda kaldık:) Cannes’ın denizinde ıslanamadık ama yağmurunda sudan çıkmış balığa döndük:) Yarın St Tropez’de olacağız.
ST TROPEZ
Sabah erkenden kalkıp kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Cannes- St Tropez arası araba ile 1,5-2 saat sürüyor. Biz kaybolduğumuz için bizim yolculuğumuz daha uzun sürdü:) Hem sahil şeridini hem de dağ yollarını aşarak St Tropez’e vardık. Dolayısı ile manzarası oldukça keyifliydi. Biz bilmeden eski dağ yolu üzerinden gittik. Bu yol bizi Frejus Tabiat Parkının içinden geçirdi. Önce biraz kaygılanmadık değil, bildiğiniz dağ başı. Ama manzarayı görünce her şeyi unuttuk ve yolun tadını çıkarttık:)
Hatta yolun kenarına çekip temiz orman havasını ciğerlerimize soluduk. Frejus Tabiat Parkı Ormanlarından bir kaç kare…
Kaybolmanın dayanılmaz hafifliği…:))))
Yönümüzü bulabilirsek St Tropez’e bayağı yolumuz var, oyalanmamamız gerekiyor. Yoksa kurda kuşa yem olacağız:)
St Tropez’e geldiğinizi yine yoğun trafikten anlıyorsunuz. Kasabanın girişindeki otoparka aracımızı park edip yürümeyi tercih ediyoruz. Fransızların neden küçük araba kullandıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Otopark bulmak bile büyük mesele buralarda. Tipik bir Akdeniz sahil kasabası. Daracık sokaklar, şık butikler, cafeler, restaurantlar vs. Küçük bir turdan sonra ayak üstü bir şeyler atıştırmak ihtiyacı duyuyoruz. Kalabalık bir büfe kuyruğu dikkatimizi çekiyor. Sandwich ve tost türü şeyler yapıyorlar ama çeşit çeşit… Biz de hemen birer tane gömüyoruz:)
İstanbul’daki dostlarım St Tropez’de mutlaka Nikki Beach’e gitmem gerektiği konusunda beni uyardılar. (Bizim gittiğimiz dönemde henüz Türkiye’de yok). Öve öve bitiremiyorlar, merak ettim hadi gidelim dedik. Bulmamız biraz zor oldu ama bulduk meşhur Nikki Beach’i. Arabayı park edip içeri giriş kuyruğuna girdik:) Neyse ki biz kuyruğa girdiğimizde önümüzde 5-6 kişi vardı. Arkama dönüp bir baktım kuyruk köşeyi dönüyor. Akın akın geliyorlar. Girişte kişi başı 30 Euro alıyorlar. Kredi kartı geçiyor. Abiler sistemi oturtmuş:) Fazla merakın bedeli 60 Euro:)))
Ben ömrü hayatımda böyle saçma sapan bir yer görmedim. İçeride yürüyemiyorsunuz zaten. Et ete değiyor. Mekanın ortasında bar var, insanlar etrafında toplaşmış. Kızlar fulL makyajlı, saçlar fönlü, topuklu sandaletli ve string bikinili:) Beyler manzara süper gerçekten:))) Beachemi geldik gece kopmaya Reina’ya mı geldik belli değil. Kavram karmaşası yaşadım bir müddet:) İnsanlar deli gibi alkol tüketip, dans ediyorlar. Kimin eli kimin cebinde belli değil:) Bir şezlong bulup oturalım seyredelim biraz etrafı dedik ama ne mümkün. Şezlongların hepsi rezerve ve bu rezervasyon için size bir menü getiriyorlar, menüden şişenizi seçiyorsunuz ve en ucuzu 5000 Euro’dan başlıyor.
Biraz ilerde ayrı bir bölüm var, iki basamak yukarı çıkıyorsunuz o tarafa geçelim bari dedik. Orası ayrı bir dünya:))) Süs havuzu gibi bir havuz var. Yüzmek zaten mümkün değil. İnsanlar ellerinde kadehlerle ya havuzun etrafına oturuyor ya da havuzun içinde ayakta dikiliyorlar. Şampanyalar patlıyor, 3 litrelik dev Belvedere şişeleri elden ele dolaşıyor. Hepsinin kafası o sıcakta bir dünya olmuş:))) Bu insanlarla eğlence anlayışımızın uyuşmadığını anlıyorum:))))
Bari deniz kıyısına inelim diyoruz, deniz önümüzde duruyor ama tel örgülerin içinden bir yol bulup o tarafa geçemiyoruz. Bir garson çevirip beach tarafına nasıl gideriz diye soruyorum. Ne dese beğenirsiniz “Burada beach yok!!!!!!.”:))))))
Gördüğümüz deniz kıyısı halk plajıymış meğer:))) Meşhur Nikki Beach’in beachi yok arkadaşlar ona göre:)))
Kısacası bu saçma yere 60 Euro verdik ve yarım saat bile kalmadık. Popomuza baka baka tekrar dışarı çıktık. Beleş halk plajına havlularımızı serdik. Yurdum insanı misali denize girdik :)))
Baktık hava bozuyor belli ki yağmur yağacak, topladık tası tarağı St Tropez’inize de Nikki Beach’inize de diyerek kalayı basıp koştuk arabamıza:))))
İyi ki de öyle yapmışız daha St Tropez sınırlarından çıkamadan bir yağmur başladı, silecekler yetişmiyor. Yollar yağmurdan kaçıp otobüs duraklarına, saçakların altına sığınan ıslak insanlarla doldu. En çok Vespa’lılara üzüldük. O yağmurda sırılsıklam oldular:) Aklıma Nikki Beach’dekilerin hali gelince yüzümde hınzır bir gülümseme oluştuğunu itiraf ediyorum:)) Yaşasın kötülük:))))
Yarın İstanbul’a geri dönüyoruz. Barcelona ve İbiza’da görüşmek üzere….
Ne haliniz varsa gülün:)) Hayat gezince güzel…