Ruh Eşi, Beden Eşi, Zihin Eşi!!!

Hayat döngüsünün içinde herkes ruh eşini arar durur. Hepimizin belki de en önemli hayalidir ruh eşini bulabilmek. Fakat bu yolda bazen kayboluruz. Ne aradığımızı kendimiz bile unuturuz. Bir çoğumuz pek çok ilişki ve evlilikten sonra bile aradığını bulamaz. Bulduğumuzu sanırız ama zaman içinde yanıldığımızı anlarız.

Öyleyse nedir ruh eşi? Mükemmel uyumun yakalandığı bir partner gerçekten ruh eşiniz midir?

Pek çok dostunuz ve arkadaşınız ile de mükemmel bir uyumunuz vardır. Onlarla da harika vakit geçirir, eğlenir ve sohbet edebilirsiniz. Ama onları ruh eşiniz olarak adlandırabilir misiniz? Dostlarınız da sizi olduğunuz gibi sever ve kıymet verir ama dostluğun ötesine geçmez bu ilişkiniz. Demek ki ruh eşi için ortak yanlarınızın olması yeterli değildir.

İnsan beden, ruh ve zihnin birleşimidir. Bir insan ruhen, zihnen ve bedenen dengede değilse hem kendisi ile hem de çevresi ile sorunlar yaşar. Bu yüzden ruh eşimizi ararken partnerimizin ruhu kadar zihnine ve bedenine de odaklanmalıyız.

Hemen celallenip beni şekilcilikle suçlamayın lütfen. Bedenimiz, gözle göremediğimiz ruhumuzun ve zihnimizin dışarıya yansımasıdır. Ruhumuzu ve zihnimizi görünür kılan tek şey bedenimizdir. Bedenlerimiz, yaşamımızı biçimlendiren zihnimiz ve kişiliklerimizi oluşturan ruhumuz ile şekillenir. Burada bahsettiğim şey uzun ve ya kısa boyunuz ya da fiziksel kusurlarınız değildir. Doğuştan gelen değişmez özelliklerimiz, uzun-kısa boyumuz, ince veya kalın bacaklarımız ya da kepçe kulaklarımız elbette olacaktır.

Benim bahsettiğim her ne kadar kusurlu da olsak aslında mükemmel olduğumuz ve bedenlerimizdeki asıl kusurlarımızı zihnimiz ve ruhumuz ile kendimiz oluşturduğumuzdur. Şöyle ki, biyolojik ve genetik olarak mükemmel yaratılmış bir bedene sahip olduğunuzu düşünün. Uzun bir boyunuz ve mükemmel bir vücudunuz var. Eğer siz, size bahşedilen bu bedeni sevmez ve kıymet vermezseniz, bedeniniz bir süre sonra değişmeye başlar. Çünkü zihniniz bu hediyeden bihaberdir ve bedene verebileceği her türlü zararı verir. Kötü beslenir çünkü o zihin için sürekli yemek yemek, sağlıklı olmaktan daha önemlidir. Televizyon karşısında fütursuzca yiyip- içmek varken sağlıklı beslenmek ve spor salonunda terlemek ona göre gereksizdir.

Beden bununla savaşsa bile bir süre sonra iflas eder. Bir de bakarsınız ki 20’li yaşlarınızda uzun boylu, sırım gibi bir delikanlı veya genç kızken, 40’lı yaşlarınızda göbekli, yüksek tansiyon ve kolestrol ile boğuşan biri olmuşsunuz. Şimdi siz kusurlu mı yaratıldınız yoksa siz kendi kendinizi mi bozdunuz? İşte bu, zihnin önce ruha, sonra da bedene yansımasıdır. ***(Fizyolojik ve hormonal rahatsızlıkları olanlar konu dışıdır)***

TLC kanalındaki “Ağır Yaşamlar” programını hiç izlemediyseniz en azından bir-iki bölüm izlemenizi tavsiye ederim. Burada kilo vermeye çalışan 300 kiloluk insanların en büyük problemi beden yapıları değil zihin yapılarıdır. Zihin yapılarını ve düşünme şekillerini bir türlü değiştiremedikleri için ameliyat da olsalar bir süre sonra yine kilo almaya başlarlar. Aslında bu insanlara psikolojik destek şarttır.

Şunu kabul etmek gerekir ki biyolojik açıdan hiç birimiz eşit değiliz. Bazılarımız genetik olarak daha şanslı veya şanssız olabilir ama hepimiz aslında mükemmeliz. Aynı karından doğan iki kardeş hatta ikizlerin bile fiziksel özellikleri farklı olabilir. Yaş aldıkça bu farklar daha belirgin hale gelir. Çünkü aynı evde, aynı şartlarda, aynı ebeveynler ile büyüseniz de zihinleriniz aynı olmadığı için yaşam biçimleriniz değişik olacaktır. Bu da sizin seçimlerinizi dolayısı ile kaderinizi etkileyecektir.

Şimdi ruh eşimizi ararken, partnerimizin ruhunu ilk etapta göremeyeceğimize göre bedenine bakmak bence gayet mantıklıdır:) Elbette yanılma olasılığımız vardır ama karşınızdaki ile ilgili çok fikir verir. Partnerinizin bedenen kusursuz olması onun ruh eşiniz olduğu anlamına da gelmez. Aynı müzik zevkine sahip olabilirsiniz. Aynı filmleri izlemekten keyif alabilirsiniz. Aynı mekanlara gitmekten, aynı şeyleri konuşmaktan hoşlanabilirsiniz. Size güven verebilir, sizi sevebilir, size değer verebilir. Ama tüm bunları dostlarınız ile de yapıyorsunuz değil mi? Arkadaşlarımızı ruh eşlerimizden ayıran başka özellikler olmalı.

Ruh eşimizin bedenini, zihnini, düşünme şeklini, olaylara yaklaşım biçimini ve çözümlemesini sevmeliyiz. Yani zihnindekileri ruhuna yansıtan yaşam biçimini sevmeliyiz. Mesela, herkes seyahat etmeyi sever. Her seyahat etmeyi seven ruh eşiniz olabilir mi? Nasıl seyahat ettiği önemlidir. Boşuna dememişler dostunu düşmanını yolda tanırsın diye. Kimi vardır tatilde deniz kenarında yatarak 10 gün geçirir, kimi vardır 10 lük tatilinden evine daha yorgun döner. Ben bu iki kişiyi yolda düşünemem bile. Al sana kavga ve ayrılık sebebi. “Yok ben idare ederim” diyorsan büyük hata edersin. İdare ettiğin hiç kimse ruh eşin olamaz. Arkadaşını idare edersin, ama hayatını geçirmek istediğin ruh eşini idare etmek zorunda kalmamalısın. Eğer partnerini idare ediyorsan o senin ruh eşin değildir.

Ayrıca kendisini (bedenen-zihnen ve ruhen) sevmeyen biri, bir başkasını sevemez. Bunu bencillikle karıştırmayın lütfen. Bir başkasını sevebilme potansiyelimiz, kendimizi ne kadar sevebildiğimiz ile ilgilidir. O yüzden ruh eşinizi ararken, partnerinizin sizi ne kadar çok sevdiği ile değil, kendisini ne kadar çok sevdiği ve değer verdiği ile ilgilenin. Kendisi ile vakit geçiremeyen yani yalnız kalmaya tahammül edemeyen biri başınıza beladır. Çünkü kendisi bile kendisine tahammül edemez. Ama eğer siz de böyle biriyseniz partnerinizin de öyle biri olmasına dikkat edin. Gidip de yalnız kalmaktan hoşlanan bir kadına veya adama kapılmayın. Zevklerinizden ziyade hayata bakış açınız ve yaşam biçiminiz aynı olan insanları seçin.

Yani geleneksel ve baskın ataerkil bir ailede büyüyen biri ile, yenilikçi ve ileri görüşlü bir ailede büyüyen birinin hayata bakışının aynı olması çok zor bir olasılıktır. Her ne kadar iyi eğitim almış olsa bile, geleneksel çevrede büyümüş biri, modern hayata bir yere kadar adapte olabilir. Adapte olduğunu iddia edenler ise genelde ayarını kaçıranlardır. Bu kişiler genellikle uyum sağlayacağım diye dejenere olurlar.

Partnerlerimiz karşımızda duran birer buz dağı gibidirler. Uzun soluklu ilişkilerde veya evliliklerde geçen her yıl, buz dağının görünen kısmından bir parçayı törpüler. Parası, mevkisi, güzelliği, şanı, şöhreti bir süre sonra anlamını yitirir. Zaman içinde buz dağının görünen kısmı yok olup gider ve geriye göremediğimiz, buz dağının suyun altında olan kısmı kalır. İşte o tabanı gördüğünüzde işler değişebilir. Çünkü buz dağının görünmeyen kısmını, sizin hiç bilemeyeceğiniz, partnerinizin çocukluk çağı oluşturur. Bu yüzden benzer bir geçmişe sahip olmanız birbirinizi anlayabilmeniz açısından çok önemlidir.

Dolayısı ile ruh eşimizi bulma telaşı içinde pek yok detayı gözden kaçırır ve her gönlümüzü çeleni ruh eşimiz sanabiliriz. Tatlı bir söz, sürpriz hediyeler, çiçekler, böcekler, sana özel hazırlanmış leziz yemekler çok şeydir ama her şey değildir. O yüzden ruh eşimi buldum diye hemen heyecan yapmayın:) İyice gözlemleyin ve sorgulayın. Çünkü ruh eşi öyle pat diye karşımıza çıkmaz…

Çıkmıyor mu? Varsın çıkmasın… Belki de sen eşsiz bir ruhsundur:)

Hayata ve ortak bilince katkısı olsun…

Ne Haliniz Varsa Gülün…

Sevgiler…

2 thoughts on “Ruh Eşi, Beden Eşi, Zihin Eşi!!!

  1. Betimleme nefis! Ancak; şu kısmına bir miktar itirazım var:
    “…’Yok ben idare ederim’ diyorsan büyük hata edersin. İdare ettiğin hiç kimse ruh eşin olamaz. Arkadaşını idare edersin, ama hayatını geçirmek istediğin ruh eşini idare etmek zorunda kalmamalısın. Eğer partnerini idare ediyorsan o senin ruh eşin değildir…”
    İki ilişki – her kiminle olursa olsun, ister eş, ister sevgili, ister arkadaş – bir “denge” konusudur. Hiç kimse aynı değildir, ne yapısı, ne karakteri, ne sevdikleri, ne sevmedikler…Ver birbirinden farklı “iki” kişinin, ortak bir payda yaratabilmesi için de denge şarttır. Bu denge arayışı içerisinde, kimi zaman tartışmayı önlemek (ki burada sorunların ya da problemlerin halı altına süpürülmesinden bahsetmiyorum elbette), olayların büyümesini ve kimi zaman tatsız durumlarla ya da kırılganlıklarla sonuçlanmaması adına, karşı tarafı “idare etmesi” fiilli, fikrinin naçizane bu kadar da keskin olmamalı diye düşünüyorum. Ben şahsen bu cümleyi şöyle kurmayı tercih ederdim:
    “Tahammül ettiğin hiç kimse ruh eşin olamaz”.

    Sağlıkla kal, sağlıcakla kal, ne halin varsa gül 🙂

    1. Öncelikle teşekkür ederim. “tahammül etmek” benim için “idare etmek”ten daha sert bir kavram. Tahammül etmek de sanki bir zaruriyet varmış gibi hissettiriyor. Ama “idare etmek” biraz daha isteğe bağlı gibi… O yüzden bu cümleyi seçtim. Ama her iki türlüsü de benim nazarımda aynı kapıya çıkıyor. Aşk ilişkilerinde kimse kimseye tahammül etmemeli, kimse kimseyi idare etmemeli. Bu, bizlerin dört dörtlük olacağı anlamına da gelmiyor. Partnerlerin elbette kusurları olacaktır. Ama o kusurlara tahammül etmek ya da idare etmek zorunda hissediyorsanız bir şeyler gözünüze batıyor demektir:)
      Ne Haliniz Varsa Gülün…:)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

+ 7 = 17