Film Tavsiyesi; Mr. Nobody

Belçikalı yönetmen Jaco van Dormael 2009 yılı yapımı filmi bana göre hayata bakış açınızı değiştirecek türde bir baş yapıt. Mr. Nobody, Bilim Kurgu kategorisinde yer alsa da hem fütürist hem felsefik hem de duygusal lezzetler alabileceğiniz bir film. 2092 yılında 118 yaşına girmekte olan ve zamanının “yaşayan son ölümlü” unvanına sahip Nemo, hala 34 yaşında olduğunu sandığı aklıyla, hafızasındaki anıları şekillendirmeye çalışır. Hatırladığı ilk şeyse doğumundan öncesidir!

“… Doğmadan önce her şeyi biliriz. Gerçekleşecek olan her şeyi… Sıra sana geldiğinde, Unutuluş Melekleri bir parmaklarını ağzının üstüne koyar. Böylece üst dudağında bir iz kalır. Bu, her şeyi unuttuğun anlamına gelir. Ama dikkatsiz bir melek beni gözden kaçırmıştı.”

Bu dünyaya doğmak için pek çok anne-baba içinden ebeveyn seçimini yapan Nemo’un tüm hayatı, farklı olasılıklar ile izleyiciye sunuluyor. Nemo’nun yaşamış olabileceği farklı hayatlar ve farklı ölümler gösterilerek kaderimizin  seçimlerimizden ibaret olduğu izleyiciye adeta öğretiliyor.

Bu bağlamda 9 yaşındaki Nemo, bir tren istasyonunda hayatının en büyük kararsızlığını yaşar. Annesi ile babası ayrılmıştır ve ondan bir seçim yapmasını beklerler. Babası ile kasabada mı kalacaktır, yoksa annesi ile şehre mi gidecektir? Bu sahne sonrasında filmde işler biraz karışıyor. Her iki seçimin sonunda da Nemo’nun hayatında neler olabileceği izleyiciye sunuluyor. Bununla birlikte Nemo’nun kafası eş seçimlerinde de karışıyor. Daha çocuk yaşta karşısına çıkan üç kızdan hangisini seçeceğine karar veremeyen Nemo, okul balosunda ilk dans ettiği kızla mı evlenecektir, yoksa aşık olduğu kızın peşinden mi gidecektir?

Filmde bu soruların cevapları,  detayları ve sonuçları ile izleyiciye veriliyor. Nemo’nun hayatının akışını Anne-Baba ve eş seçimleri doğrultusunda üç farklı evlilik, üç farklı ölüm, üç farklı meslek ve iki farklı gençlik çağı olarak izliyorsunuz. Vereceği kararlara göre değişkenlik gösteren hayatı; karşılıksız bir aşk, tutkulu bir ilişki, sıkıcı bir evlilik, yazarlık, profesörlük, işsizlik, bitkisel hayata sebebiyet veren bir kaza,  boğularak can vermek, cinayete kurban gitmek ve yaşlılıktan ölmek gibi birçok farklı versiyonda izleyiciye sunuluyor.

Film ile alakalı yazacak çok şey var ama  daha fazla detay ve ipucu vermek istemiyorum. Çünkü izlenmesi gereken bir film. Filmi izledikten sonra ister istemez kendinizi sorgulamaya başlayacaksınız.

  • Tanrı tarafından kader adı altında yazılmış bir senaryonun başrol oyuncuları mıyız? Yoksa sadece konu başlığı belirlenmiş doğaçlama bir tiyatro oyunun hem senaristi hem de başrol oyuncusu muyuz?
  • John Locke’un dediği gibi boş bir sayfa (Tabula Rasa)olarak mı geliyoruz dünyaya? yoksa Alexandre Dumas’ın dediği gibi her şey olması gerektiği için mi oluyor?
  • Bir seçim yapmamız gerektiğinde, kaderimizde yazılı olanı mı uyguluyoruz yoksa her seçimde kendimize yeni bir kader mi yaratıyoruz?

Cevabı ne olursa olsun, hayatımızın her alanında bir şekilde seçim yapmak zorunda kalıyoruz.  İşimizden eşimize, beslenme şeklimizden eğlenme biçimimize kadar milyonlarca seçeneğin var olduğu olasılıklar evreninde yaşıyoruz. Verdiğimiz bir kararın, almadığımız diğer karar seçeneğinden daha iyi olup olmadığını bilemeden, iki alternatif arasından seçmekte zorlandığımız durumların, hayatımızı nasıl değiştirdiğine zaman içinde şahit oluyoruz. Seçim yaparken alternatiflerin bize sağlayacağı fayda ve zararları, öngörebildiğimiz doğrultuda hesaplayıp karar vermeye çalışıyoruz.

Buna mecbur bırakılıyoruz çünkü tüm kainatın işleyişi böyle. Diğer canlılar bunu içgüdüsel olarak yaparlar. İnsanoğlu ise özgür iradesi ile bu eylemi gerçekleştirir. Seçim yapılmadığı takdirde hayat durur, ilerlemez. Tıpkı bilgisayar oyunlarındaki kahramanlar gibi… Ne zaman ki oyun kolunu elinize alırsınız o zaman hareket etmeye başlar kahramanınız. Hayat da böyledir, seçimlerimiz sayesinde akar yaşamımız. Hiçbir seçim yapmadığınız sürece, her şeyi mümkün kılarsınız. Tüm olasılıklar önünüzdedir ve tarafınızdan seçilmeyi bekliyordur. Bu yüzden her şey mümkündür. Siz birini seçtiğinizde diğer seçenekler otomatikman yok olur hayatınızdan.

Peki, hayatımızdaki tüm olasılıkları ve sonuçlarını görebilseydik doğru bir seçim yapabilir miydik?

Sonucunu bildiğimiz olasılıkların içinden seçim yapmak da bir seçim değil midir?:) Seçtiğiniz her olasılığın içinden  başka bir olasılık da doğmaz mı?. Seçimin seçiminin seçiminin seçimi…. Bu sonsuza dek sürmüyor mu? Çatallı ve çetrefilli bir seçenekler yumağı:) Demek ki Tanrı bize diğer canlılardan farklı olarak özgür iradeyi yanlışlıkla vermemiş. Tanrı bize bu dünyaya doğarken “A noktasından B noktasına, şu kadar zamanda gideceksin ama bu yolu nasıl ve ne şekilde aşacağına özgür iraden ile sen karar vereceksin” demiş.

Biz hayat yolunda karşılaştığımız her şeyi kader diye adlandırıyoruz. Elbette bir kaderimiz var. Kaderimiz B noktasıdır. Tanrı’nın kutsal kitaplarda bahsettiği kader ile bizim insanoğlu olarak kadere yüklediğimiz anlam biraz farklı sanırım. Başımıza gelen her iyi/kötü şeyde kaderi suçlamak ve ya kaderciliği oynamak bana göre çok kaçamak bir cevap. Hepimiz bu dünyaya potansiyelimizi keşfetmek için doğuyoruz. Yaşadığımız ve deneyimlediğimiz iyi-kötü her olay, ruhumuzu geliştirmemiz için başımıza geliyor. Burada önemli olan ne yaşadığımız değil. Çünkü yaşadıklarımızın benzerlerini başka insanlar da yaşıyor. Bunu bize özel kılan bu olaylara gösterdiğimiz tepkilerdir. Olaylar ve kişiler karşında takındığımız tutumlar bizim hayat akışımızı değiştirir. Sınavlardaki yoruma açık sorular gibi düşünün. Herkesin sorusu aynı ama cevapları farklıdır. Ya da Edebiyat derslerinde yazdığınız kompozisyonlar gibi…Tüm sınıfa aynı konu verilir ama herkes başka bir şey yazar.

Hayat da böyledir işte…Başımıza gelen her şeyi kendimizce, kendi kapasitemiz ve potansiyelimiz doğrultusunda yorumlarız. Hepimiz benzer şeyler yaşarız aslında. Evleniriz, boşanırız, hasta oluruz, zengin oluruz, iflas ederiz vs… Ama olaylar karşısında hepimizin gösterdiği tutum ve tepkiler farklıdır. Olaylara ve kişilere nasıl tepki vereceğimize ve nasıl davranacağımıza biz karar veririz. Seçmeyi tercih ettiğimiz bu davranışlardır bizi özel ve biricik yapan. Düşüncelerimizin, duygularımızın ve eylemlerimizin sorumluluğunu bu anlamda Tanrı’ya yükleyemeyiz.

Filmde bu konuya da değinilmiş. Sözlerin ve düşüncelerin gücüne ve nelere sonuç verebileceğine vurgu yapılmış. Yüzme bilmeyen Nemo kumsalda otururken, kız arkadaşının yanına gelip denize girmeyi önermesi üzerine “geri zekâlılar ile yüzmem ben” demesi, kızı kendinden uzaklaştırıp, aşksız bir geleceği oluştururken, yüzme bilmediğini itiraf etmesi, kızla olan bağlarını güçlendirmiş ve  büyük bir aşkın başlamasına sebep olmuştur. Buna kader diyebilir miyiz?

“Bunu hak edecek ne yaptım ben?” sorusunu filmde çok fazla duyuyoruz. Peki bizler bu soruyu kendimize ne kadar soruyoruz? Kendimize ve ya başkalarına öfkelendiğimizde kendimize sormamız gereken bu soruyu sormayı akıl edip, cevaplayabildiğimizde hayat yaşamaya değer olacak.

Tennessee Williams’ın “Yaşananlar bambaşka şekillerde vuku bulabilirdi ancak öyle olsa dahi yine de aynı anlam ve değeri taşırdı.” sözünü bu anlamda çok doğru buluyorum. Hayat yolunda hangi güzergahı kullanırsanız kullanın varacağınız nokta aynı olacaktır. Ve yol boyunca hangi manzaralar eşliğinde seyahat edeceğinize siz karar verirsiniz.

Hayata ve ortak bilince katkısı olması dileği ile…

Ne Haliniz Varsa Gülün…

Sevgiler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

+ 35 = 39